1 Nisan 2015 Çarşamba

Sol yanım acıyor Türkiyem...

       Bugün günlerden Karatesi. Kara bir günün ardından daha henüz aydınlanmamış ama aydınlanmaya yüz tutmuş bir gün. Aydınlanmaya yüz tutmuş ama hala kara bulutların üzerinde olduğu ama güneşi tam manasıyla göremediği için güzel ülkem aydınlanamamış.
       
      Çünkü güzel ülkemde "Aydınlığı" bir kesim çoktan çalmış. Oysa karanlıkları o kadar belirgin ki bizim aydınlıklarımızı çaldıkları halde bile aydınlanamamışlar.

      Aslında bu aydınlar nedense hep sol taraftan. Bizim aydınlığımız ise her daim sağ taraftan olmaktadır. Çünkü biz güneşin doğuşuyla aydınlanırız lakin bizim "aydınlar" güneşin batışıyla aydınlanırlar.

     Esas mesele burada başlıyor zaten. O batıda güneş doğarken bu doğuda çoktan batmış olur. "Aydınlarımız" aydınlıklarında o kadar kaybolmuşlardır ki onların kazandıklarını biz çoktan kaybetmişizdir. Eeee bir zamanların aydını "Amr bin Hişam" değilmiydi. 

    Peki bugünün aydınları... Artık kendi istedikleri düzen, kendi yönettikleri bir ülke, kendi ceplerini doldurabilecekleri bir ekonomik sistemin olmamayışı mı bugün ki aydınların artık lanetlemedikleri terörü destekler hale getirdi. 

    Hadi ben bu aydın patronları anlıyorumda ya bu gazeteci arkadaşlar... Onlar neyin derdinde... Hangi ideolojiyi savunuyorlar ki bu ideoloji onlara beğenmediğiniz düzeni yıkın, yıkmak içinse öldürün diyor. Her geçen gün adalet adalet diye yaptıkları terörist eylemlere bir yenisini daha ekleyerek dün akşam bir adaleti daha katletti güzel ülekim sol tarafı. Bu yüzden sol yanım acıyor. 

     Bu ülkede sol yanım silahlarla, yalanlarla, terör eylemleriyle, kanla besleniyor. Bu yüzden sol yanım acıyor.


    Savcı Mehmet Selim Kiraz'a Allahtan rahmet, yakınlarına baş sağlığı dilerim.



14 Mart 2015 Cumartesi

İlhamımı Kaybettim Bulan Varmı?

Uzun bir süredir birşeyler karalamak istiyordum fakat ne hakkında yazacağımı bir türlü kestiremiyordum. İlhamı mı bekliyordum ilhanımı bilmiyorum. Ama bir yerden başlamalıydım. Hep okuyor, okuyor, okuyordum. Ama okumak kafi gelmiyordu. Her kelime her sözcük beni yazmam için zorluyordu. Bense haddimemi diye yazmıyordum. Esasında korkuyordum kelimelerden. Onlara içimden geçen manaları ya yükleyemezsem diye korkuyordum.

Bu akşam yemek yerken birşeyler karalamaya karar verdim. Aslında karar verdim demek çokta doğru olmaz. Sanki benim kararım değil de İlhanın kararıydı bu. İlhan diyorum çünkü ilham bizim gibi kelime fukaralarının sofrasına uğramaz. O daha çok entellektüel kelimeleri seçenleri seviyor. Onlara daha çok uğruyor ve sık sık ziyaret ediyor. Bizim gibilere ise sadece ilhamı gelenlerin sözcüklerinde hüzünlenip, şiirlerinde aşık olup, maceracı ilhamlarla yazanların cümlelerinde heycanlanmak kalıyordu.

Kabahat ilhamda mı bende mi bilmiyorum ama ona çok kırgındım. Bu kadar geç vakitte geldiği için. Belki de o bize biz onu çağırmadan gelmiyor, davetsiz misafir gibi soframıza çöreklenmiyordu. Oysa biz tanrı misafirlerini severiz. Belki de bizi yeterince tanımadığı için soframıza teşrif etmiyordu. Neyseki bugün akşam yemeğinde uğradı bize, biz de soframıza buyur ettik.

Bu akşam için planlamadığım ama tevafuk eseri bir kaç güzel programla karşılaştım. Habertürk kanalında yayınlanan Talha Uğurluel, Bedirhan Gökçe ve Basri Emin Sütlü' nün konuk olduğu bir programa takıldım. Çok hoş sunumlar yaptılar. Hoş bir sohbet döndü. Zaman zaman bizleri çok duygulandırdılar. Hatta gözlerim doldu ama neyin gururunu yaptıysam bir türlü göz yaşımı akıtamadım, çanakkale şehitlerimiz için. Belki de şehidin arkasından ağlanmaz derler ya ondandı gözyaşlarımı sıkı sıkıya tutuşum.

Program bittikten sonra kağıdı kalemi elime almam gerekiyordu ama ben tutup bilgisayarımı elime aldım. O kadar zaman geçmiş ki ellerim kalem tutamazmış.  Ben de bunu yeni öğrendim. Düşündüm ben elime kağıt kalem almadan ne karalayabilirdim ki. İki satırı bilgisardan mı yazacaktım. Yo yo dedim ilham bize tabiki uğramaz. Yazmanın da bir raconu var elbette. Şimdi hak veriyorum ilhama bu zamana kadar ben onu ihmal etmişim. Gerçi ben mektup bile yazamayan, duygularını kağıda aktarmayı bırak şifayen dile getiremeyen bir insanım. Ne diye bana uğrayıpta boş yere vakit harcasın değil mi? 

Şu blog sayfasında "kim bilir neler yazarım neler" diye düşünerek ne umutlarla açmıştım ama benim harcım olmayan bir işe kalkıştığımı fark edince bırakmıştım. Belki de zaman gerekiyormuş ya da gerçekten bazı şeyleri yaşamak gerekiyormuş. Hatta yazmak için daha çok okumak gerekiyormuş. Demekki erken heves etmişim. O zaman içimi bugünki kadar gıcıklayan birşey yoktu. İlla da yaz illa da yaz diye direten birşey yoktu. Neyse o şey artık...

Aslında akşam yemeğinde ilhamla otururken başka şeyler yazmayı planlamıştık. Fakat nedense ben bu yazıda ondan bahsetmeyi daha uygun gördüm. Umarım bundan sonra da sık sık gelirde daha fazla şeyler karalamaya teşvik eder beni. 

14.03.2015  03:28

3 Haziran 2010 Perşembe

Keşkeleri olmayan adam...




Yaklaşık 15 yıldır yaşantımın içinde bulunan bir arkadaşıma ait olan bu yazı, "Yaşadıklarından dökülen, sadece benim birşeştirdiğim parçacıklardır."21. yy da kimsenin yaşamadığı hatta yaşayamacağı bi hayat hikayesine sahip olan bu arkadaşıma en derin sevgi ve saygılarımı buradan da iletiyor ve sözü uzatmadan şahsına münhasır duygularıyla sizleri başbaşa bırakıyorum...



"Sadece Zamanı Geldiğinde Vazgeçmeyi Bildim...
Ne hesabını veremeyeceğim bir günüm oldu ne de vicdanımı lekeleyen bir geçmişim...
Ne hissettiysem o...nu söyledim , onu yaşadım... Yaşadığım bir tek andan bile pişmanlık duymadım...
Asla keşkelerim olmadı...
Hiçbir zaman kendimle vicdan mahkemesi yapmak zorunda kalmadım...
...Karşıma bazen gerçek yüzler , bazen sahteler çıktı ama olsun ben yine sadece hislerimle yaşadım..
Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim , ya da asla birini severken karşılığını beklemedim...
Dostluğuma değer biçmedim , sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim...
Sevdiysem sonuna kadar gittim,bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim...
Bazen çok kırıldım , bazen belki de kırdım...
Ama hata insana mahsustur dedim..Affettim , af diledim..
Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yinede affettim..
Onlar belki beni saflıkla yargıladılar.Belki de içten içe sinsice güldüler...
Ama asıl unuttukları şuydu...

Ben aldanmadım...
Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar...
Bir insan kaybının ne olduğu bilemedikleri için...
Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için......
Oysa ben hiç insan kaybetmedim...
Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar...
İşte bu yüzden...

FAHİŞE GÖNÜLLERİN KAHPELİĞİ ASLA KOYMADI BANA..."

31 Mayıs 2010 Pazartesi

Yırtık dondan çıkma bi hafta sonu

Bu hafta başına kadar sosyal güvenlik kurumundaki bazı işlerimiz için İzmir' e gideceğim belli değil di. 24 Mayıs 2010 da İzmir' e gideceğim haberini aldım ve hafta içi gerekli işlemlerimi halledip perşembe akşamı yola çıktım.

Kamil Koç Turizm ile başlanılan bu yolculuğa susurlukta mola verdik ve meşhurrr susurluk ayranının tadına baktım ve bana övülen o susurluk ayranının bu olmadığına karar verdim çünkü bildiğimiz ayranın soda katılmış haliydi.

Cuma sabahı saat 08:00 sularında izmir otogarındaydım ve Konak a gitmem gerekiyordu. Konakta topu topu 2 saatlik bir işim vardı ve işim bittikten sonra bazı arkadaşlarımla görüşüp akşam istanbul' a geri dönecektim fakat hiçbirşey planladığım gibi olmadı izmir' deki 5-6 arkadaşımın yaptığı terbiyesizlik neticesinde sadece 1 arkadışımla 12:30 da görüşebildim kendisinede buradan çok teşekkür ediyorum, velhasıl izmir de ki işim bitti ve arkadaşımla bir öğle yemeği yedik ve arkadaşım işine geri döndü.

Telefonum çaldı ve arayan çok saygın müşterilerimden biriydi perşembe günü kendisinin bazı özel işlerini yapmıştım ve bazı evrakları bende kalmıştı bunun için benimle görüşmek istediğini dile getirdi ve kendisine izmir de bulunduğumu evraklarını pazartesi günü kendisine verebileceğimi ilettim. İzmir de olduğumu öğrendiğinde Bodrum da Barlar Caddesinde 12 numarada sahibi olduğu ve Bodrumun en gözde mekanlarından birisi olan DENİZCE RESTAURANT' a gitmemi söyledi. hemen konaktan, otogara geçtim ve 15:30 da bodrum yolcuğuluğum başladı...

...20:30 da bodrumdaydım ve normal şartlara göre 3,5-4 saatlik yol 5 saati bulmuş ve ben günün vermiş olduğu yorgunlukla ayakta dahi zor duruyordum...Restorana vardığımda Güneş tam batmamış ve ay henüz beyaz yüzünü göstermemişti. Yaklaşık 1,5 - 2 saat tek başıma Cem beyi beklemek sıkmamış aksine keyf vermişti.

Cuma akşamı bu güzel restaurantta lezzetli balıklardan olan "Çipura" ile güzel bir ziyafet çektikten sonra yönetime ait olan teras kata çıkıp sol tarafımdaki karaada (Türk adası) sağ tarafımdaki kos adası (yunan adası) ve eşşiz manzaraya karşı salıncakta sallanarak içtiğim alman birasından aldığım hazzı kelimelere dökmek gerçekten zor...

Saat 2-3 sularında günün vermiş olduğu yorgunluk neticesinde uykum gelmeye başladı ve terastan içeri girip bana ayrılan odaya geçtim yatağıma uzandım ve cumartesi sabahı 11:00 de ege denizinin restourantın iskelesini yaladığı dalgaların sesleriyle uyandım. Bütün yorgunluğum geçmişti restaurantta indiğimde çoktan kahvaltım hazırlanmıştı. Kahvaltıdan sonra akşam istanbula dönmek için biletimi aldım, ıvır zıvır alışveriş yaptım ve bodrumu biraz turladım yaklaşık 1 saatimi aldı ve müthiş bir yer olduğunu gördüm. Saat 2 gibi havanın verdiği etkiyle şortumu giydim ve sıcak kumlardan serin sularaaaa....

Akşamüstü saat 18:00 civarında restaurana geri döndüm ve müthiş bir akşam yemeğiyle günü bitirdim ve bu yırtık dondan çıkan hafta sonum muhteşemdi.

İlk blog yazım olduğu için acemiliğim dikkat çekebilir sürçü lisan ettiysek affola :)